Kar Üstünde Kan Damlası
Oyhan Hasan Bıldırki

Kar Üstünde Kan Damlasý Kimlik E Posta Favori Siteler Resimler Dað Manzaralarý Konuk Defterim Radyo TV Kar Üstünde Kan Damlasi Rüyâlar Gerçek Olsa Yeni Bir Güne Doðru Hüseyin Suç Þeftali Çiçekleri Ümit Yorgunu Seni Bekleyecegim Kaderci Gövel Ördek Haziran Þarkýlarý Karanlýk Gecede Yürüyüþ Pusu Çatýþma Hikâyecinin Park Günlüðü Çakýr Keyif Beyaz Gül Martýlar



      Artık köyüne dönüyordu.

      SENİ BEKLEYECEĞİM * Öykü * Oyhan Hasan BILDIRKİ

      Papatya şarkılarını bırakma çocuk
      Senin de peşini komaz ayrılıklar

      Yağmur olanca hızı ile devam ediyordu. İki gündür kimseye, bir damlacık bile de olsa hiç göz açtırmamıştı. Ortalığı kaplayan boğucu bir hava ve zaman zaman duyulan gök gürlemeleri, adama ansızın korkular ilham ediyordu. Anadolu'ya giden yollar, vıcık vıcık çamurdu. Anadolu'nun kuzeybatı yakası, şimşekler içindeydi. O yakanın bütün insanları tedirgindi, çaresizdi. Seller, ova köylerini sular altında bırakmıştı.
      - Gitmeliyim, dedi Ferhat. N'olur tutma beni burada. Bırak yakamı! Yavuklum var benim. Orda, köyde...
      Esmer tenli, siyah saçlı kadın:
      - Olmaz, gidemezsin! diyordu. Sana alıştım.
      - Alıştın mı?
      - Ne sandın ya?
      Adam, çaresizlikler içinde kıvranıyordu. Bu, Kırmızı Fener Mahallesi'nin yosmasını seviyordu. Onun yüzünden işinden olmuş, çalıştığı fabrikadan kovulmuştu. Nermin'e yanmış, ona gönül vermişti.
      - "Olsun," diyordu kadın ilk günlerde. "Böylesi daha iyi. Be
raber yaşarız. Hem seni seviyorum, biliyorsun..."
      Seviyordu sevmesine ama, işte öyle bir sevgiydi bu. Ferhat da karşılık verdi Nermin'e. Geçmişinin kollarından çekip almak, kirsiz ve "Kırmızı Fener"siz bir yuva vermek istedi kadına. Nermin; "Peki." dedi. "Olur... Sen nasıl istersen?"
      - Demek alıştın bana? dedi Ferhat.
      Gözleri anlamsızlaştı. Sebepsiz bir heyecana kapıldı. Yüreğine buruk bir acı oturdu. Kadın, pikaba bir plâk koydu: "Özledim seni."
      Ferhat, kadının yanına uzandı. Nermin, dudaklarını uzattı. Adam, ters döndü. O da özlemişti. Ama yanında yatan, genç gecelerini paylaştığı bu kadını, Nermin'i değil. Hele onun; "Sana alıştım." demesi? Demek, "Seni seviyorum." demeler, "Sensiz yapamam." deyişler ve sevgi üzerine söylenen bunca şarkılar, şiirler, göz aldatıcı, gönül eğlendirici birer yalandı, ha?
      Ya Sevda? Onun yazdıkları? Onlar da mı yalandı? Ferhat gurbete Sevda için çıkmıştı. Çalışacak, para kazanacak ve köye dönecekti. Sevda'nın babasının istediği başlık parasını tastamam eline verecekti.
      - "Seni severim." diyordu Ahmet Emmi. "Ve lâkin, üç bin beş yüz gayme isterim. Bul, getir gaymeleri. Sevda'yı al, git."
      - "İyi ama?" diyordu Ferhat. "Bu parayı nereden bulurum ben?"
      - "Orasına garışmam. Ya üç bin beş yüz gayme gelir, Sevda'na kavuşursun veya yüreğine taş basarsın."
      O günden, o konuşmadan sonra yollara düştü Ferhat. Büyük şehre geldi. İnşaatlarda çalıştı. Lağım bile temizledi. Çok para kazandı.
      İş arkadaşları;
      - "Ferhat, hadi sen de gel. Anadolu Saz Bahçesi'nde kadınlar varmış. Şarkı söylerlermiş. Amma ne şarkılar? Gidelim, felekten bir gün çalalım."
      Dediklerinde;
      - "Olmaz." diyordu Ferhat. "Sevda'm bekler beni. Anlatmıştım size. Son buluşmamızda, seni bekleyeceğim, demişti. Ya, işte böyle. Sevda'm bekler beni. Varın, siz gidin."
      Ama, çok sürmedi bu! Bir gün, arkadaşlarına uydu. Sonra, Anadolu Saz Bahçesi'nde Nermin'le tanıştı. Beraber yaşamaya başladılar.
      Nermin, banyodan çıktı. Dudağında yarım bir türkü. Aynada saçlarını taradı. Giyindi. Çantasını aldı.
      - Ben çıkıyorum, dedi. Sen gelmiyor musun?
      - Hayır!
      - Seni üzdüm. Affet beni... Darılma sakın, olmaz mı?
      Adam, karşılık vermedi. Hiç bugünkü kadar yalnız, yapayalnız kaldığı olmamıştı. "Yosma." diye geçirdi içinden. "Bıktı benden. Aklınca da sepetleyecek beni." Ranzaya uzanmıştı. Gözleri tavanda, bir şeyler arar gibi. "Biliyorum." dedi. "Çekilmez oldu artık. Hoş, zaten gideceğim. Bıktım gurbetçilikten. Anamı, babamı çok özledim. Hepsine, her şeye hasretim. Saban tutmak, toprağımı yarmak istiyorum.  Belki Sevda... Sevda mı? Olacak şey mi, bu?" Doğruldu. Bir "Birinci" cigarası yaktı. Üst üste, peşpeşi sıra çekmeye başladı. Eski, eciş bücüş bir mektup çıkardı cebinden. Okudu: "Seni bekleyeceğim." diyordu. "Seni bekleyeceğim." Tarihine göz attı. Epey olmuş geleli. "Bu, beşinci yıl." dedi. "Nermin'le yaşıyorum. Beş yıldır işsiz ve serseri bir hâldeyim."
      Akşam, olanca hızı ile geldi. Karanlık birdenbire çöktü. Ferhat çaresizdi, ne yapması gerektiğini de bir türlü kestiremiyordu. Işıkları yakmadan, öylece karanlıkta oturdu. Yağmur, biraz diner gibi olmuştu. Yoo, hayır! Dindi bile. Ortalık tatlı bir sessizliğe büründü. "Gitmeliyim." dedi Ferhat. "Bu kadın felâketim oldu. Varımı yoğumu tüketti. Bıktım bu hayattan. Artık yeter..."  
      Ya Sevda? Ya seni bekleyeceğim demeler?.. "Bütün suç benim. Nermin'e kızmaya hakkım yok. Kaderime boyun eğdim. Yolumu kaybettim. Karanlık bir yola düştüm."
      Geçen akşamdan kalan şarabı, yudumlamaya başladı. Kırmızı şarap, biraz olsun acılarını unutturdu. Nermin'le atıştığı günlerde hep böyle yapardı. Kırmızı şaraba verirdi kendini. Fitil gibi içer, zil zurna, sızar giderdi. Nermin gelir, ortalığı toplar, onu yatağına taşırdı.
      Üstelik bu, nefesi şarap kokan adamı, koynuna da alırdı.
      İkinci kadehten sonra, Ferhat'ın mezesi bitti. Ağız dolusu küfürler etmeye başladı. Dişlerinin arasından olanca hızıyla bir tükürük savurdu.
      - Sürtük, dedi, gitti işte. Gitsin bakalım, sonu nereye varacak? Beni, Sevda'mdan etti.
      Kadehini tazeledi. Pikaba sıradan bir plâk koydu. "Özledim seni..." Cigarasını derin derin çekti.
      - Özledim seni, dedi. Ama hangisini? Nermin'i mi, Sevda'yı mı? Hangisini, ha? Keşke hiç gelmez olaydım bu şehre. Gönlümün bir yanında Nermin var. Nermin'im...
      Şafak söktü. Güneş; ha doğdu, ha doğacak... Denizde martılar ötüşüyor, ürkek ürkek. Nermin, ıslak bir bank üzerinde oturuyor. Gözleri kan çanağına dönmüş. Kenarda ağ toplayan delikanlılardan biraz irice olanı, gözlerini dikti kadına. Aman ne arsız?.. Nermin de öyle! Genç irisi utandı, gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. Nermin uzun zaman baktı oğlana. Oğlan da arada bir, kaçamak yapmadı değil hani?..
      Doğu yakasındaki bulutlar kızardı. Suya vuran alevden bir renk huzmesi, sanki doğu ile batıyı birbirine bağlıyordu. Nermin, su da balık olmak istedi. Rahmetli Orhan Veli'yi hatırladı.
      Güldü.
      - Hiç olacak şey mi, dedi kendi kendine. "Rakı şişesinde balık olmak?.."
      Gözleri kapanır gibi oldu.
      Ağırlaştı, kapandı. İç sıkıntıları gözkapaklarına yayıldı.
      - Oh, Allah'ım! Ne kadar yorgunum. Ya, Ferhat? Gitmemiş olsa, ne iyi olur? Onu seviyorum... Gitse bile, onu bekleyeceğim. Oh, Ferhat. N'olur gitme!
      Sahilde gürültüler çoğaldı.
      Güneş, yakmaya başladı. Sanki bulutlardan öç almak istiyordu. Palmiyelerin gölgeleri suya düştü. Kadın, yerinden kalktı. Elini alnına götürdü. Sol kaşının üstüne düşen perçemi, geriye itti. Ağır ağır yürümeye başladı. Ayakkaplarının etrafında ince bir çamur izi vardı. Genç irisi delikanlıya baktı.
      Ortalıkta yoktu.
      - "Bütün bir gece dolaştım, kararsız... Hele erkeklerin arsız arsız bakmaları, bıyık burarak pis pis gülmeleri? Ah, Ferhat! Ne olur gitmemiş olsan? Seni seviyorum. Sana alışmış falan değilim. Sana yalan söyledim. Ne olur gitme, olmaz mı?"
      Hızla geçen bir arabanın tekerleklerinin sıçrattığı birikinti sular, Nermin'in elbiselerini lekeledi. "Önceleri." diye geçirdi içinden. "Hay bütün öncelerin... Temiz, saf bir genç kızdım. Ne olduysa, o babam olacak, rezilin yüzünden oldu. Verme dedim, istemem dedim. Aldırmadı... Dayımın oğluna verdi beni. İtin biri. Berduş mu, berduş. İpsiz takımlarını getirdi eve. Beni sattı, sattı. Sonra da düştüm işte böyle. Soğuk gecelerde kör direk altlarında beklemeler, şarap kokulu, esrar kokulu erkekler. Gazinolarda üçüncü sınıf şarkı okuyuculuğu. Yol geçen hanına döndürdüler beni. Gelen geçti, yüreğimden bir şeyler kopardı gitti. Sonra Ferhat? Ferhat, iyi çocuktur. Onu sevdim. Ama, onun derdi başka.."
      Bir bankanın önünden geçiyordu. Birden aklına bir şey geldi. Üç beş kuruşu vardı. Kara günlerde lâzım olur diye saklamıştı. Hemen vezneye gitti. İçerisi cümbür cemaat. Kalabalıktan sıkıldı. Herkes, sanki ona bakıyordu. Ama Nermin'in aldırdığı yoktu. Sırası geldi, hesabını aldı, çıktı.
      Hava ha bozdu, ha bozacak... Bulutlar, alçaldıkça alçaldı, hafiften bir kardır sepelemeye başladı. Kar tanecikleri, çamur izlerini sildi. Kadının eline, gözüne bulaştı. Kar taneciklerinin taçlandırdığı Nermin, daha da olgunlaştı, üstelik daha da bir güzelleşti. Kar tanecikleri, bütün kötülük izlerini sildi.
      - "Paramı Ferhat'a vereceğim." dedi. "Hiç olmazsa, o kurtulur. Yavuklusuna kavuşur. Çoluğu, çocuğu olur. Belki de kızlarından birine, Nermin der. Varsın gitsin. Sevda'sıyla, kara sevdalısıyla bir yastıkta kocasın."
      Böyle düşünmüştü Nermin. Hep iyi şeyler düşünüyordu.
      Ferhat, gişeden kendisine uzatılan bileti aldı. Araba hareket etti. Artık köyüne dönüyordu. Kim bilir, belki de Sevda'sı beklerdi onu. Böyle olmasını çok istiyordu. İki gece, iki gündüzün sonunda, ancak köyüne varabildi. Yorgundu.
      - Ne iyi oldu, diyordu anası. Şükür kavuşturana.
      - Geldim, dedi Ferhat.
      Anasına sarıldı, öptü. Şerif Ali Dayı, sevinçten ağlıyordu. Dile kolay, yedi senenin adı var. Evlât hasreti, gurbet kahrı kolay değil. Ferhat, Sevda'yı soracaktı. Utandı, soramadı. Kendisini, gecenin tam ortasında yatağa attı. Düşünceler yakasını bırakmıyordu. Âcabaların tuzaklarında geziniyordu: "Nermin ne âlemde, kim bilir? Sevda'm sözünde duruyor mu ki? Dursa bile, Ahmet Emmi yine başlık diye diretmez mi? Diretir elbet..."
      Sabah, ezan sesleriyle birlikte gözlerini açtı. İçinde, yüreğinde Sevda adına duyulan heyecanlar... Beş parasız köye dönmenin utancı.
      Şerif Ali Dayı, kapıya vurdu.
      - Kalk bakalım çorbacı, dedi. Anan tarhana pişirdi, mis gibi!
      Şerif Ali Dayı, Ferhat'ı çok severdi. Murat'tan iki yaş daha büyüktü. Çocukları ikileşince, Kezban Kadın'a Murat düştü.
      Ferhat'ın yüreğinde, yeni bir güne başlamanın, Sevda ile olmadık bir biçimde, umulmadık bir yerde karşılaşmanın korkusu vardı. Kalktı, sofraya gitti. Murat, karısı ve çocuğu da gelmiştiler.
      - Merhabalar, dedi Ferhat.
      Olanca hızı ile tarhanaya yumuldu. Sağına soluna bakmadı. Baba evinde, anasının pişirdiği yemeklere yıllardır hasret kalmıştı. Fakat, fakat bir bilse, bir baksa, karşısında oturan, göğsü kabarıp inen kadına. Kadın tıkanır gibi oldu. Sofradan çekildi.
      - Neden çekildin Sevda'm? dedi Şerif Ali Dayı. Ananın çorbasını çok severdin!
      -Sevda mı? dedi Ferhat.
      İlk defa baktı kadına. Göz gözeydiler. Yüreğinde bir yer, köz köz yandı, "cız!" etti. Sevda'nın da öyle. İşte, karşısında sevdiği, saydığı adam. Yıllar önce yazdığı bir mektupta; "Seni bekleyeceğim." demişti. Ama, kader bu! Ahmet Emmi, daha çok Murat'ı severdi. Murat çalışkandı, dürüsttü. Sevda, Ferhat'tan haber alamayınca; "Eh." dedi. "Peki... Ne yapalım? Siz de öyle dilerseniz, öyle olsun!" Ferhat zor tuttu kendini. Kader onu, oyuna getirmişti. Diğerleri de kalktılar sofradan. Sevda, dışarı çıktı. Babasının eline su döktü. Murat:
      - Buyur ağa, dedi. Sevda, eline su döksün. Havlu yetiştirsin!
      - Olur!
      Ferhat, eline su döken kadına bakamadı. Kadın da öyle. Epey, hiç konuşmadan, göz göze bile gelmeden, öylece kalakaldılar. Zaman durdu, dondu. Sevda'nın elleri kınalıydı, boğum boğum kınalı. Başlığında çil çil mecidiyeler sıralı.
      - "Kınalım." diye geçirdi içinden. "Kınalı Sevda'm!.. Artık her şey bitti, değil mi?"
      - "Ne kadar da büyümüş." dedi Sevda. "Nerde Murat, nerde Ferhat? Taşı sıksa, suyunu çıkarır. Ah, babam... Verme dedim, yapma dedim. Olmadı. Beni anlamadı. Ya şimdi ne olacak? Ne yaparım ben? Nasıl yüzüne, gözlerine bakarım onun?"
      - "Çocuğu var. Adı nedir acaba? Tatlı, şirin bir çocuk. Ama benim oğlum değil, kardeşimin... Yapamam, kalamam gayri burada. Gitmeliyim. Nermin'e..."
      - "Kaderimde Murat varmış. Ne yapalım? Olmazsa, söylerim ona. Kaç zamandır der dururdu: Şehre gidelim Sevda'm. Bu köylük yerde yaşanmaz. Orda çalışır, didinir, sana bakarım. Sözünde duruyorsa, söylerim Murat'a, gideriz şehre."
      - "Ayıp vallahi!" demişti konukomşu.
      - "Nerde görülmüş böyle şey?"
      - "Olmaz... Yiğit kişinin izine basılmaz."
      - "Çok ayıp ettin Ahmet Emmi, çok ayıp..."
      - "Ya Ferhat çıkagelirse?.."
      - "Gelmez, gelmez o! İt, kopuk..."
      Sevda, ibriği yere bıraktı. Sol omzuna aldığı havluyu Ferhat'a uzattı. Göz göze geldiler.
      - Eline sağlık, dedi Ferhat.
      Başka bir şey diyemedi. "Bacım" diyemedi.
      Köyde dedikodular başladı. Ferhat da, aldı başını, çekti gitti. Bir daha köye dönmeyeceğine defalarca yemin etti.
      - Böyle olmasını istemezdim Kınalım, dedi. Ama olmuş bir kere. Bütün suç benim. Sana yazmadım. Haklıydın...
      Sevda, hiç karşılık vermedi. Yalnız, gözlerinden iki damlacık yaş döktü. O kadar!

      Oyhan Hasan BILDIRKİ