Kar Üstünde Kan Damlası
Oyhan Hasan Bıldırki

Kar Üstünde Kan Damlasý Kimlik E Posta Favori Siteler Resimler Dað Manzaralarý Konuk Defterim Radyo TV Kar Üstünde Kan Damlasi Rüyâlar Gerçek Olsa Yeni Bir Güne Doðru Hüseyin Suç Þeftali Çiçekleri Ümit Yorgunu Seni Bekleyecegim Kaderci Gövel Ördek Haziran Þarkýlarý Karanlýk Gecede Yürüyüþ Pusu Çatýþma Hikâyecinin Park Günlüðü Çakýr Keyif Beyaz Gül Martýlar



      Söke Vali Recep Yazıcıoğlu Kültür Salonu

      RÜYÂLAR GERÇEK OLSA * Öykü * Oyhan Hasan BILDIRKİ

      O gün yine, her mevsim, ayağına çektiği buğday renkli pantolonunun üzerine giydiği beyaz gömleğinin bir düğmesini daha açan, gezici bilet satıcısı Nuri'yi gördüm. Besbelli, sıcaktan bunalmış, gölgelenecek bir çam dibi arıyordu. Önü tenteli kahveyi geçti. Tente gölgesinde pinekleyen ihtiyarlar, ince hesaba daldıklarından olsa gerek, onların yanından da sessizce çekti gitti. Beton cadde, alev alev yanıyor, Nuri'nin beyaz şapkasının etrafında hava akımları oynaşıyordu.
      Günlük gazetelerin son satırlarına göz atıyordum. Çam dalları oynamaya, rüzgâr hafif hafif esmeye başladı. Belki bıraksalar, uyuyacaktım. Kafamda bir hoşluk, gönlümde masmavi hayâller vardı.
      - Size de çıkabilir!
      - Bilet, bilet!
      - Size de çıkabilir!
      Yukarıdan dökülen bir kuru çam yaprağını aldım, parmaklarımın arasında ezdim.
      - Bana mı? dedim kendi kendime.
      Biletçi Nuri, sesimi duymuş olmalıydı.
      - Size de çıkabilir! Bilet... diye tekrarladı.
      Geldi, yanıma oturdu. Mendiliyle ensesindeki terleri kuruladı. Bilet destesinin yapraklarını hızla çevirdi.
      - Hocam, dedi, size de çıkabilir. Alsana!
      - Öğlenin bu sıcağında mı?
      - Kaç derece bugün?
      - Otuz sekiz olmalı.
      - Belli, belli!
      Çiçeği burnunda, pala bıyıklı, hafif aksak Kahveci Arif'e işaret ettim. Elinde bir bez, geldi. Oturduğumuz masanın tozunu alırken sordu:
      - Ne içersiniz?
      Biletçi Nuri;
      - Soğuk suyun var mı? dedi.
      - Bulunur!
      - Benimki çay olsun, dedim.
      Biletçi Nuri de başını salladı. Az sonra, Kahveci Arif iki demli çayla birlikte, teri dışarı vuran dolu su bardaklarını masaya bıraktı. Çaylarımızı yudumlamaya başladık.
      Farkında olmaksızın elim, bilet destesine gitti. Biletçi Nuri, avını kıstıran avcı gibi:
      - Hocam, dedi, her işte bir hikmet vardır. Söyleyene değil de, söyletene bak demişler. Çekilişe birkaç gün kaldı. On milyon... Size de çıkabilir.
      Bu sıcakta istop oynayan üç beş çocuk, bağırış çağırış, üstelik yalın ayak, koşa koşa caddeden geçtiler.
      - On milyon mu?
      - On milyon!
      - Çok para.
      - Çam sakızı, çoban armağanı. Size de çıkabilir!
      Uzatmadım. Sonu sekizle biten çeyrek bir bileti, desteden çekip aldım. Biletçi Nuri'nin:
      - Hayırlı olsun!.. dileğine, boşları toplayan Kahveci Arif de katıldı. İşini bilen insanların rahatlığı içinde, bardakları tek elinde toplayan Kahveci Arif:
      - Nedense bana çıkmıyor ama dilerim, on milyonu vurursun hocam, dedi.
     Rüzgâr, çam dallarıyla daha hızlıca oynamaya başladı. Dallar karıştıkça, birbirinin içine girer gibi oldu. Dalların iç içe girmesi, zayıf çam yapraklarının yere düşmesini hızlandırdı. Seçtiğim bileti ikiye katladım. Kimlik cüzdanımın içine koydum. Biletçi Nuri'yle dereden tepeden konuştuk.
      Az sonra her masada, birer ikişer insanlar görüldü. Biletçi Nuri izin istedi, ayrıldı. Her masaya uğradıkça;
      - Size de çıkabilir! diyordu.
      Akşam alacası ortalığı sarınca, evimin yolunu tuttum. Oldukça küçük fakat karımın özene bezene yetiştirdiği çeşitli sebzelerin bulunduğu arka bahçeye geçtim. Baktım, biberlerle patlıcanlar yapraklarını yere eğmişler.
      Yüreğim burkulmuştu. Lastik hortumun bir ucunu çeşmeye taktım, diğer ucunu da henüz çiçeğe durmuş patlıcanların içine bıraktım. Çeşmeyi, açılabildiği kadar açtım. Toprak, yağmur sonrasının kokusuna büründü. Mutfaktan, karımın sesi yükseldi:
      - Ah, seni ah! diyordu. Ben, sana benim işime karışma demiyor muyum? Gelip gittikçe, su azgını yapacaksın onları. Bekle ki döksünler...
      - Su istiyorlar ya!
      Karım, sesimi duymadı. Kızdığı belliydi. Çünkü mutfaktan, hışımla kurulanan tabak sesleri geliyordu.
      Limon aşılarından bazıları tutmuş, bazı gözler kupkuru olmuşlar. Diplerine bolca su verdim. Güneş kayboldu. Bileti mileti unutmuştum. İşimi bitirince, hortumu topladım. Ayaklarımı yıkadım. İçeri girdim. Bu sırada karım, yemek masasını hazırlamış, balkondan, hâlâ oynamaktan bıkmayan, sokağın yaramaz gülleri çocuklarımı içeriye çağırıyordu. Elektrikler yine kesildi.
      Kim bilir kaçıncı defadır;
      - Çattık belâya, dedim. Mum da almadım. Lâmbada gaz da yoksa!     
      Kibritliğe uzandım. Yaktığım kibriti, lâmbaya tuttum. Bereket, lâmbada gaz varmış. Lâmba ışığı ortalığı kör kör aydınlatıyordu. Karım, elektriklerin kesilmesiyle gürültülerini biraz daha arttıran çocuklarımızı toparlamış, lavaboda ayaklarını, ellerini yıkattırdıktan sonra, içeri girdi. Sofraya oturduk.
      Sofrada oğlum nazlanıyor, kızım mırın kırın ediyordu. İkisi de, dışarıda az oynayabilmekten şikâyet ediyordu.
      - Oyuncaklarınız ne güne duruyor? dedim.
      Oğlum atıldı:
      - Neşe'nin de var, ya!
      Kızım altta kalır mı? O da söyledi:
      - Serap'ların bile var.
      Karım çıkıştı:
      - O, nasıl lâf öyle? Babaya karşılık verilir mi?
      Baktım, oğlum yine kendi havasında, bir şeyler söylemeye çalışıyor, kızım pusmuş, neredeyse sandalyesinde kaybolacak.
      Işıklar yandı. Balkonda komşuların sesi duyuldu...
      Kahveye çıktım. Televizyon programına iyice dalan Ahmet Hoca'yı gördüm. Yanına geldiğimin farkına bile varmadı. Uyandırmadım. Tuttum, bir yerli Samsun yaktım. Ahmet Hoca doğruldu, baktı.
      - İmanım, dedi, sigarayı tek tek çıkar, yak! Bakarsın zengin olursun!..
      Elimi uzattım. Ne var gibilerden baktı.
      - Beni tebrik et! dedim. Karşında on milyonun sahibi var. Yarından sonra, Nuri'yle birlikte gidip alacağız.
      İsteksiz, uzattığım elimi sıktı.
      - Gırgırı bırak! Paketi masaya koy da, ciğerlerimiz bayram etsin. Karton sigara içmekten bıkıp usandım.
      Uzun uzun lâfladık. Son haberlerle birlikte kalktım. Evimin yolunu tuttum... Misafirler de, beni görünce toparlanıp kalktılar. Çocuklar, iyi geceler dilekleriyle odalarına çekildiler.
      Yattım. Bir türlü uyuyamıyordum. Sağa döndüm olmadı. Sola döndüm olmadı. Belki, bildiğim bütün duâları okudum.
      Karım:
      - Allah, Allah! Uyusana be, adam! dedi. Ne var dönüp duracak?
      Aldırmadım. Dönüp durmaya devam ettim. Aklıma, aldığım bilet düştü. Çekiliş yapılmış, biletime tam isabet vurmuştu. Gerçi çeyrek biletti ama, iki buçuk milyon da fena para değildi. Vergilerini düş, geriye şu kadar kalır. Evimi, dişimizden tırnağımızdan artırabildiğimizle, güç belâ yaptırabilmiş, dış sıvalarını bitirememiştik. Tuttum, iyi bir sıvacı buldum. Pazarlığı yaptık. Usta, işi bitirmek üzereyken, takıştık. Sıvaları beğenmemiştim. Vazgeçtim. Bir başka ustayla anlaşıp, ikinci kata başladık. Ne var ki, bu defa da karşıma, ikinci katın merdiven meselesi çıktı. Merdiveni içerden yaptırsam, odanın birisi gidecek. Dışardan yaptırsam, ikinci katın sokağı değişecek. Dön, ha dön! Uyu, uyuyabilirsen. Bisiklet ehliyetim bile yok ama, bir araba aldım. Her gün, işime arabayla gidip gelecek, ara sıra, diğer zenginler gibi, çocuklarımı toparlayıp deniz kıyısına kampa götürecektim.
      Gördüm, yavaş yavaş huyum da değişmeye başladı. Sevemediğim yeni huyların sahibi oldum. Zevklerim değişmeye başladı. Dön, ha dön! Uyu, uyuyabilirsen. Kalan paradan üç beş kuruşu çocukların hesabına yatırdım. Aklımca onlara, ileride sürpriz yapacaktım.
      Sabaha yakın, yatak odasının kapısı açıldı. Oğlum, telâşla içeri süzüldü. Uykulu gözlerini ovuştura ovuştura:
      - Anne, anne! diye seslendi. Çişim var!
      Karım, kalkmak üzereyken:
      - Dur, hele! dedim. Ben götüreyim.
      O:
      - Daha sen uyumadın mı? dedi.
      - Yoo!
      - Zorun ne?
      - Ah, bir bilebilsen!
      Huzurum kaçtı, kalktım. Gözlerimde uykunun zerresi yok. Sabah ezanını dinledim. Namaza durdum. Namazda bile, bilet aklımdan çıkmadı.
      Sabah, kurtuluşu biletimi komşumuzun çocuğuna vermekte buldum. Kuşluk vakti, yeniden yatağa uzandım. Uyumuşum. Uyandığımda akşam oluyordu. Çekiliş de bugündü. Lâkin benim umurumda değildi. Bir rüyâ görmüştüm; korkunç!
      Ertesi gün, komşumuzun çocuğu soluk soluğa:
      - Amca! dedi. Verdiğin bilete sekiz yüz lira vurdu.
      - Oh! dedim.
      Yüzüme bakakaldı.
      Ona anlatamazdım. Zavallı, ne bilir?
      Hepsini bilmem ama, bazı rüyâlar gerçek olsa, hayat zindan olur!

      Oyhan Hasan BILDIRKİ