Kar Üstünde Kan Damlası
Oyhan Hasan Bıldırki

Kar Üstünde Kan Damlasý Kimlik E Posta Favori Siteler Resimler Dað Manzaralarý Konuk Defterim Radyo TV Kar Üstünde Kan Damlasi Rüyâlar Gerçek Olsa Yeni Bir Güne Doðru Hüseyin Suç Þeftali Çiçekleri Ümit Yorgunu Seni Bekleyecegim Kaderci Gövel Ördek Haziran Þarkýlarý Karanlýk Gecede Yürüyüþ Pusu Çatýþma Hikâyecinin Park Günlüðü Çakýr Keyif Beyaz Gül Martýlar



     

      ŞEFTALİ ÇİÇEKLERİ * Öykü * Oyhan Hasan BILDIRKİ

      Hayli zaman olmuştu köyümden ayrılalı. Senelerdir ne anamı, ne bacımı görmüştüm. Babamın sağlığında bir okuma sevdasına düştüm. Babam severdi okuyanı. Okumamı, büyük adam olmamı isterdi. "Büyük adam olmak..." derdim, gerisini getiremezdim. Ne demektir büyük adam olmak? Ne o günlerde, ne de şimdi hâlâ bu soruya bir cevap bulamadım.
      Senelerim bir bir eridiler, yok oldular. Büyük adam olmak, bir iş başına geçmek, "karakullukçuluk"tan kurtulmak düşüncesi ezdi beni, bitirdi. Oysa köyüm ne kadar güzeldi? Küçücük bir dünyam, özüyle, yaşantılarıyla ve hasretleriyle benim olan bir dünyam vardı. Etrafı çepeçevre saran dağların arkasında ne vardı, bilemezdim. Dünya, o dağların gökle birleşir gibi olduğu yerde biter sanırdım. Açlık, susuzluk, sefalet, grev, lokavt, gece hayatı şu veya bu gibi kavramlara yer yoktu sözlüğümde. Söyleseler, anlamazdım.
      Hoş, zaten benim köyümün derdi de değildi bunlar. Veli'nin kahvesinde radyo bile yoktu. Eski bir gramofon vardı. Radyonun, televizyonun, sinemanın adını kitaplardan öğrenmiştim. Saf, temiz bir gönül adamıydım. İlkokula gidinceye kadar, kahveci Veli'nin oğlu Yunus ile kırlarda davar otlatırdık. Yunus, davara çıkmadığı zamanlar, kendi dünyama yeten, saf hayâllere dalardım. Yunus'un bir kardeşi vardı, yüzü çil çildi. Ona, "Çilli Kız" derdim. Delikanlı olduğumu, onunla da evlendiğimi düşünürdüm.  Kendi başıma bir evim, davarım olurdu. Veli dayının kahvesine gidip, yaşıtlarımla yârenlik eder, gramofonu dinlerdim. Bir gün Çilli Kız, bir gün bacım azık getirirdi. Yer içer, kırlarda çocukluğun en tatlı oyunlarına dalar giderdik. Akşamlar olur, sabahlar olur aynı hayatı yaşamaktan sıkılmazdım.
      Sonra koptum o köyden... Uzak, daha önceden adını bilmediğim bir şehre geldim. Kunduralarım boyasız, elbiselerim ütüsüzdü. Saçlarım, "keçi kırkımı" tıraşlıydı. Şehirlinin bir acayip bakması, küçük yüreğime işlerdi. Ders aralarında arkadaşlarım, "konser, saz, caz" derlerdi. Anlayamazdım.
      Günler geçti, "Çilli Kız"ı unuttum. Yunus'un adını anmaz oldum. Duygularıma, düşüncelerime bir şeyler oldu. Bara, saza, caza gittim. Yeni yeni sevdalara düştüm. Bir gün Hale'ye, bir gün Jale'ye kavalyelik yaptım. İçkiye alıştım bu ara. Bir yüksek okula başladım. Değişen hiçbir şey olmadı ama ben, ben değiştim. Sözde "karakullukçuluk"tan kurtulacak, büyük adam olacaktım. Ne gezer? "Vatan-millet-Sakarya" diyerek, sayısız "boykot"larla bol bol kaytarıcılık edebiyatı yaptık.
      Tam şeftalilerin çiçek açma zamanıydı, bana kapıyı gösterdiler. Yapayalnız kalmıştım. Dostlarım ne bir direniş göstermişler, ne de beni teselli etmiştiler. O zaman, aynaya baktım. Hayır! Bu görünen adam, ben değildim. Saçlarına kır düşmüş, şakakları çukurlaşmış, omuzları çökük, elleri bomboş olan bu adam, ben değildim. Bambaşka birisiydi o. Bencildi, serseri kılıklı, "hippi" özenticisiydi. Ağaçlara baktım. Bir silkiniş içindeydiler. Şeftaliler çiçek açıyordu.
      Hani benim çiçeklerim?
      Köprü'de Hale'ye rastladım. Tıfıl biri vardı yanında, kol kola idiler. Yüzüne baktım, iyice gözlerinin içine, beni tanımadı. Uzakta demirlemiş gemiler vardı. Balıkçılar, balık avlıyor. Bir adam, az ileride cırtlak sesiyle, yarım ağızla söylediği günün son şarkılarını okuyor, evine eli boş dönmemeye çalışıyordu. Akşam gazetelerinden birinin manşeti, yine boykota girişildiğini yazıyor.
      Yürüyorum, çaresiz, tedirgin... Düşünceler yakamı bırakmıyor. Her şeye yabancı, uzak bir dünyanın insanıymışım gibi herkesten korkuyorum. Yürüyorum; arkamda hiçbir ses, hiçbir iz bırakmadan. Adı bilinmez bir boşluğa doğru, yürüyorum. Sonra düşünceler, sonra çiçek açan şeftaliler... Ezik ve yorgunum! 
      Anam, bacım beni gördüklerine sevindiler. Benim yüreğime kan oturdu. Bacım, Yunus'la evlenmiş. İki de çocukları olmuş; biri kız, biri oğlan.
      Sofrada "kara ekmek" boğazımda düğümleniyor, tıkanıyorum. Anam, bu durumu sezince;
      - Has ekmekle bir olmaz, dedi. Göreve başlayınca yine has ekmek yersin.
      Göreve başlamak mı? Vah benim zavallı anacığım! Yine ne kadar saf, temiz.
      - Her şey bitti, anacığım... Her şey bitti, dedim ve olanca hızımla boynuna sarıldım. Ağladım.
      O, bu sözlerimden hiçbir şey anlamadı. "Öyle ya, ne demek her şey bitti? Para dedin, gönderdik. Şu dedin, bu dedin gönderdik. Yoksa bulduk, buluşturduk. Aç yattık, çıplak gezdik. Hep de sana döktük. Omuzlarımda hâlâ ip izleri var. Ot sattım, parasını sana verdim. Yemedim, içmedim sana yedirdim. Tek, büyük adam olasın, babanın ruhunu sızlatmayasın diye."
      Ama, diyemedi anam bunları. Haklıydı, sustu. Belki de ayıbımı yüzüme vurmak istemedi. Her şeyi bir bir anlattım anama. O, hep sustu. Onun susması karşısında ezildim, küçüldüm, tutunacak dal aradım... Ele güne karşı hangi yüzle çıkacaktım?
      - Ölüm yok ya, ucunda? dedi bacım.
      Üzüldüğü belliydi. Kim bilir ne hayâller kurmuştu? Belki de çocuklarına dokunacak yardımımı düşünmüştü.
      Gece ilerledi. İçimde adı bilinmez, zehir gibi duygular çarpışıyordu.
      - "El içine nasıl çıkacaksın?"
      - "Hani büyük adam olacaktın?"
      - "Ne olacak, serserinin biri işte! Tembelin teki..."
      - Yunus nerde? dedim.
      Bacım, açılan çocuklarını örtmeye çalışıyordu. Oğlancığı ters dönmüş, yüzükoyun yatmıştı. Tuttu, onu yanlamasına yatırdı. Kızı bir şeyler mırıldanıyordu. Dışarıda köpekler ulumaya başladı. Karabaş, ha bire sarıyordu. Bir gelen olmalıydı. Yunus...
      - Kasabada, dedi bacım. Ala şafakta çeker gider her pazar. Böyle gecenin iki sularında döner.
      Ya Yunus da olmasaydı? Anama, bacıma kim bakardı? Yunus'un büyüklüğünü anladım, kendimden utandım.
      Bacım, dili döndüğünce anlattı köyde olanı-biteni. Neler değişmemişti ki?
      Çilli Kız, yukarı köye gelin gitmiş. Bir sevdiği varmış. Sormuşlar, dememiş. Gelin olana kadar hep beklemiş. Ama ne gelen var, ne giden. Yunus'u kıramamış, bacımı kıramamış, bir gün de dünürcülere "peki" demiş. Ellerine kınalar yakılmış. Öylesine güzel olmuş ki, herkese parmak ısırtmış. Ve bir gün, şeftalilerin tam da çiçek açma mevsiminde, kuşlar bir başka türkülerle uyanmışlar. Çilli Kız'ın ölümüne ağlamışlar. "Nazar değmiş." Mezarına her gece bir ışık iner, biraz kalır, sonra gidermiş. Yunus'a gelince; birkaç dönüm bağımız vardı. Hepsini dip doruk ağaçlandırmış da, şimdi meyvecilik yapıyormuş.
      - "Ekmeğini taştan çıkarıyor, demek..."
      Kahvede oturdum bütün gün. Düşünmeden yapamıyordum. Herkes, o şehre ilk gittiğim gün, şehir adamının baktığı gibi bir acayip bakıyordu bana. Veli dayının yerini, Kambur'un Recep almıştı. Çocukluğumun rüyâları, hiçbir yerde yok! Acı bir gerçek var önümde. Burada insan, yıllardır sürüp gelen, değişmeyen kaderini yaşıyor. Boykotmuş, grevmiş, yok şuymuş, buymuş, kimsenin umurunda değil. Onların dünyası küçük, onlar dünyalarında mutlu...
      Yunus'un şeftalilerine baktım. Toz pembe renkte çiçeğe bürünmüşler. Yunus öte başta, karasabanla toprağı yarıyor. Bacım taş topluyor. Onların dünyasına girmemeli, kurulu düzenlerini de bozmamalıydım. Asalak olmak istemiyordum. Gitmeliyim uzaklara, çok uzaklara. Kimsenin bilmediği, bana da acayip gözlerle bakmayacakları bir ülkeye.
      Şeftaliler çiçek açıyor!
      Ama benim çiçeklerim kurudu. Gittiğime üzülecekler, biliyoRum. Bana da yanacaklar bir zaman. Anam, Yunus, bacım acılar içinde kıvranacaklar. "Bir lokma ekmek değil mi yiyeceği? Neden gitti?" diyecekler.
      Hayır! Hakkım yok burada kalmaya.
      Gitmeliyim.
      Yürüdüm, yürüdüm.
      Şeftaliler, tam da çiçek açma mevsimindeydi!
      Çiçek açma mevsiminde!

      Oyhan Hasan BILDIRKİ