Kar Üstünde Kan Damlası
Oyhan Hasan Bıldırki

Kar Üstünde Kan Damlasý Kimlik E Posta Favori Siteler Resimler Dað Manzaralarý Konuk Defterim Radyo TV Kar Üstünde Kan Damlasi Rüyâlar Gerçek Olsa Yeni Bir Güne Doðru Hüseyin Suç Þeftali Çiçekleri Ümit Yorgunu Seni Bekleyecegim Kaderci Gövel Ördek Haziran Þarkýlarý Karanlýk Gecede Yürüyüþ Pusu Çatýþma Hikâyecinin Park Günlüðü Çakýr Keyif Beyaz Gül Martýlar



      Sol gözünün altındaki siyah beni gördü.

      SUÇ * Öykü * Oyhan Hasan BILDIRKİ

      Gökyüzü gri, ağır ve iç sıkıcı bir renk almıştı. İnsanlarda bir telâş, böyle havalarda doğan bir acelecilik hâli vardı. Birkaç ihtiyar, Ulu Cami'ye giriyordu. Yüce ve tunç bir ses, ezan okuyordu. Adamın gözleri, dolu dolu oldu. Kar, hızını arttırmıştı. Saçlarına seyrek sepen de olsa kar düşmüştü. Fakat adam, saçlarına düşen bu kardan korkmuyordu. Seneler öncesinin izleriydi bunlar.
      Kar, beyaz kelebekler inceliği içinde bir o yana, bir bu yana savruluyordu. Adam, caminin sol köşesine dirsek vermiş, orada mıhlanıp kalmıştı. Gitmek, kimsenin bilmediği yerlere gitmek istiyordu. İçindeki "kal" diyen ses, onu çaresiz kılmıştı.
      Gitmeli miydi? Bu güzelim şehri gerilerde bırakmalı, dağların ardına düşen yollara düşmeli miydi? Oysa adam, adı gibi biliyordu: "Her dağın ardında bir gurbet yatar...". Kar, hızlanmıştı. Ortalığa bembeyaz bir sis çökmüştü. Adam, burnunun ucunu bile göremez olmuştu.
      Küçük, garip bir satıcı geçti önünden. Adama, önce bir iki baktı. Gördüğü yüzdeki ifadeye bir anlam veremedi. Camekânını tıkırdattı, olmadı. Halbuki adam, onun gözlerinin içine bakıyordu. Küçük satıcı da bu bakıştan, besbelli ümitlenmişti. Belki son simitleri, bu adam alırdı. Hem karnı aç bir adama da çok benziyordu. Alsaydı şu simitleri, küçük satıcı kurtulur, kendine de ilerideki bayiden bir "ikinci cigarası" alırdı. Kısa günün kârını da böylece çıkarmış olurdu.
      Küçük satıcı da daldı. Camekânını kaldırımın ucuna bıraktı. Mahsustan adamın yanından biraz uzaklaştı. Adam, hâlâ işin farkında değildi veya öyle görünüyordu. Caddeden, arabalar da bir gelip, bir gidiyorlardı. Adam, bir sigara yakmak için doğruldu. Sol iç cebinden çıkardığı "Yenice" sigarasını yaktı. Dudaklarının ucuyla tuttuğu sigarasını, sanki yutarcasına derin derin içine çekti. Dumanını olanca hızıyla savurdu. Küçük satıcı elleri cebinde, ağzında yarım yamalak bir ıslıkla geldi, yaklaştı. Sigaraya dikkat kesildi. İç çekti.
      - Amca, karnın açtır. Bu simitleri alsana!
      Adam, yine ilgisizdi. Sanki satıcının sesini duymamıştı. Bu sefer, küçük satıcıya cesaret geldi. Cebinden çıkardığı kibriti ateşledi, havaya attı. Yanan kibrit, adamın yüzüne çarptı. Adam, yine aldırmadı. Onun bu kayıtsızlığı, küçük satıcının hoşuna gitmişti. Önce alabildiğine korkmuştu. Kim bilir, belki kendisine kızar, belki birkaç tokat atar, onu başından savardı.
      Halbuki adam, işin farkındaydı. Varsın küçük de gönlünce eğlensin, diye düşünüyordu. Hem sonra, kendisi de böyle değil miydi çocukluğunda? Ele avuca sığdığı yoktu. Küçüğe dikkatle baktı.
      - Adın ne senin?
      Küçük satıcı burnunu çekti. Alışık olduğu biçimden şaşmadı. Elinin tersiyle burnunu sildi. Adamı kızdırmak istiyordu. Ellerini cebine sokarak, yine ıslık faslına başladı.
      Adam, kaşlarını çatarak, kızgın bir ses tonuyla sordu:
      - Adın ne senin?
      - Salih...
      - Güzel!
      Oysa küçük satıcı, hiç de beğenmezdi adını. Bu defa diklenerek adamın yüzüne baktı. Sol gözünün altındaki siyah beni gördü. Adamın kaşları, haddinden fazla kalındı. Sağ yanağında da derin bir bıçak izi vardı. Seyrek sakalları, bu izi gizleyememişti. Burnu, irice bir yapıya sahipti. Kaşlarının üstene, yer yer kar düşmüştü. Yüzünün çirkinliğine rağmen, gözleri gülümsüyordu.
      - Senin adın ne? dedi küçük satıcı. De bakalım.
      Sesi, emredici bir tonda çıkmıştı. Arkasında eski bir ceket vardı. Gömleğinin üst düğmesi kopmuş, bağrı açıkta kalmıştı. Elleri kir içindeydi. Boynu da öyleydi. Pantolonunun iki dizi yamalıydı. Ayağındaki çizmelerden sağdakinin burun kısmı, delikti.
      - Galip! dedi adam. Niye sordun?
      Beriki omuz silkti. Burnunu çekerken;
      - Hiiç, dedi.
      - Nasıl hiç?
      - Hiiç...
      Adam, ilk defa gülümsedi. Çocuk da kahkahayı bastı. Camekânını yerden kaldırdı, kapağını açtı.
      - Alsana bunları. Bak, sıcak sıcak. Dumanı, hâlâ tütüyor. Şimdi çıktı fırından, alsana.
      - Canım istemiyor. Hem sonra karnım da aç değil.
      - Olsun...
      - Yok canım? dedi adam.
      Çocukla çocuk oldu. Ceplerini karıştırdı, bozukluğu da yoktu. Karnı aç olmasına açtı ama canı hiçbir şey yemek istemiyordu. Yalnız, çocuğa acımıştı. Simitlerin parasını ödeyip, onu, başından savacaktı.
      Karşı kaldırımdan bir genç seslendi:
      - Simitçi, baksana...
      Küçük satıcı, adama;
      - Sen bilirsin, dedi ve karşıya geçti.
      Camekânında iki simit kalmıştı. Genç kız burun kıvırdı, onların bayatlığını ileri sürerek, almadı. Yanındaki genç irisi, sarı tüylü oğlana;
      - Haydi yürü, dedi. Görmüyor musun, bayat işte?
      Onlar biraz uzaklaşınca küçük satıcı, kendi kendine sövdü. Fırına varıp tekrar simit alsa, olmaz. Vakit epey ilerlemişti. Birazdan akşam olacaktı. Hem kar da hızlanmıştı. Caddeler, gelip geçen arabaların üstleri, bembeyazdı. Bu havada iş de olmazdı. Gözleri yerdeki ıslak izmarite takıldı. Tam onu almak üzereyken, adamın;
      - Salih! dediğini duydu.
      Birdenbire caddeye fırladı. Bir arabanın acı fren sesi duyuldu. Arabanın çevresi kalabalıklaştı. Araba, vurmuştu ona. Eli, yüzü kan içindeydi. Yanağının sağ yanı patlamıştı. Boğuk bir iniltiyle konuşabildi. Henüz yumulmak üzere olan gözlerini, iri iri açtı, karşısında adamı gördü.
      - Alsana bunları. Al... sa.... na! diyebildi.
      Adam, ağır adımlarla, karın yağmasına, hızını arttırmasına aldırmadan, kalabalıktan ayrıldı. Karşıya geçti. son bir defa, kalabalığa baktı. Caddenin ortasında, kırılan camekândan savrulan iki simidi gördü. Yüreği burkuldu. Hiç durmadı, uzaklaştı gitti.

      Oyhan Hasan BILDIRKİ